Biri parlak pembe kıyafetleriyle tanınan oyuncak bebek hakkında tuhaf bir postmodern komedi. Diğeri ise İkinci Dünya Savaşı sırasında atom bombasını yaratan bilim adamının kara kara düşündüren biyografisi.
Birinde Margot Robbie ve Ryan Gosling, pastel plastik bir kumsalda şarkı söyleyip dans ediyor. Diğerinde, kazara dünyayı yok edebileceğinden endişelenen iskelet gibi bir Cillian Murphy var.
Greta Gerwig’in Barbie filmi ile Christopher Nolan’ın Oppenheimer’ı ilk başta birbirinin zıddı gibi görünüyor. Ancak iki film birbiriyle o kadar bağlantılı ki ortaya yeni bir kelime çıktı. Bu yaz Barbenheimer mevsimi.
Bu takma ad, iki filmin aynı gün vizyona gireceğinin duyurulmasıyla ortaya çıktı.
Başlangıçta, sinemaseverlerin zevklerine göre seçim yapabilmesine imkan sağlandığı düşünüldü.
Warner Bros’un, Christopher Nolan’ın ayrılıp Universal Studios’a geçmesine tepki olarak Barbie’yi aynı gün gösterime soktuğu yönünde söylentiler de vardı.
Ancak iki film arasındaki zıtlık o kadar çarpıcı ve komikti ki sosyal medya kullanıcıları bunun cazibesine karşı koyamadı ve çok zaman geçmeden aradaki ilişki neredeyse resmi olmayan bir ortaklığa dönüştü. Barbenheimer dönemi böylece başladı.
Yeni bir Barbenheimer filmi hayal edildi. Özel posterler ve tişörtler tasarlandı. İnsanlar bu yeni filme giderken ne giyeceklerini, ne yiyeceklerini, hangi kokteyli içeceklerini tartıştı. Barbie için pembe, Oppenheimer için ise siyah şekerlemeler önerildi.
Bu tamamen tesadüfi ve olağanüstü bir pazarlama olanağına döndü. Filmlerden yalnızca birini görmek isteyenler bir anda diğerini de merak etmeye başladı.
Üstelik filmler aslında birbirinin tamamen zıttı da değil.
Her ikisinin de olağanüstü oyuncu kadroları ve müthiş prodüksiyon değerleri var. Her ikisi de Oscar’a aday gösterilen amatör yönetmenler tarafından yapıldı. Hem Barbie hem de Oppenheimer hayranı olmamanız için hiçbir neden yok.
Pek çok insan, Barbenheimer gününün bu yıl sinema dünyasındaki en önemli günü olacağına inanıyor.
Bu, Hollywood’un yeni bir şey sunmadığının göstergesi olabilir.
Barbie ve Oppenheimer, ana akım gişe rekorları kıran türden filmler değil.
Oppenheimer’da bilim insanları çeşitli odaların içinde 3 saat boyunca tartışıyor.
Barbie’de ise ortaya o kadar çok felsefi ve siyasi soru atılıyor ki Barbie bebeği alacak yaştaki genç çocukların kafasının karışması muhtemel.
Öte yandan film endüstrisinin, Covid-19’dan sonra bir süredir istikrarını koruyamadığını görüyoruz.
Geçtiğimiz haftalarda Hollywood oyuncuları 43 yıl sonra ilk kez greve giderek Amerikan film ve televizyon sektörünü durma noktasına getirdi.
Christopher Nolan, grev sonuçlanıncaya kadar “kesinlikle” yeni bir film üzerinde çalışmayacağını açıkladı.
Barbenheimer dönemi da parlak yeni bir geleceğin şafağından çok geçmişin bir kutlaması gibi hissediliyor.
Ne de olsa Nolan, analog filmi savunmasıyla ve dijital teknolojinin ilerlemesine direnmesiyle tanınırken, Barbie onlarca yıldır piyasada olan bir oyuncak bebeğin nostaljik çekiciliğine dayanıyor.
Sosyal medyada yapılan paylaşımlarda insanların iki filmi görmek için giyinip süslendiğini, haftalar öncesinden plan yaptığını görüyoruz.
Yani sinemaya gitmek artık düzenli şekilde yapılan bir aktivite olmaktan çıktı.
Tüm bunlar sinema endüstrisi için ne anlama geliyor? İnsanları sinemaya gitmeye teşvik etmek için Barbenheimer kadar benzersiz ve absürt bir konsept mi gerekiyor?