“`html
Merve Kara Kaska
2024 yılı, dünya genelindeki seçimler ve çatışmalarla şekillenen bir dönem olarak Türkiye’nin ekonomik yapısını da ciddi şekilde etkiledi. Ülkemizde yaşanan yerel ve uluslararası olaylar, ekonomide önemli değişimlere yol açtı.
BBC Türkçe, bu süreçte Türkiye ekonomisine yön veren en kritik gelişmeleri analiz eden beş ekonomistten bilgi almak için görüşlerini paylaştı.
Aldığımız görüşler aşağıda sıralanmıştır:
‘Yüksek faiz, 2025’te de devam edecek sorunlar yaratacak’
Altınbaş Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, 31 Mart’taki yerel seçim öncesi alınan faiz kararının etkilerinin uzun süre hissedileceğini öngörüyor:
2024 yılının en belirgin ekonomik olayı, 21 Mart’ta politika faizinin %50’ye çıkarılmasıydı. Mayıs 2023 seçimlerine yaklaşırken, bu oran %8,50 gibi sürdürülemez bir seviyedeydi.
Ancak, 2024 yılı için bu denli yüksek bir faiz artışının beklenmediği biliniyor. 31 Mart yerel seçimleri öncesinde, döviz kurlarındaki dalgalanmalar nedeniyle Türk Lirası’ndan çıkışlar hızlandı.
Döviz krizinin önüne geçmek için politika faizi %50’ye yükseltildi ve bu hamle, sıcak parayı çekerek döviz akışında bir artış sağladı.
Bu durum, önceden tahmin edildiği gibi döviz kurunun enflasyon seviyesinin altında kalmasını sağladı. Ancak, Orta Vadeli Plan’da enflasyonun %24,9 olarak öngörüldüğü bir ortamda, bu yüksek faiz oranları ekonomik istikrarsızlıklara yol açabilecektir.
Özellikle ticari ve bireysel kredi faiz oranları hızla artmış durumda. Yüksek enflasyon beklentileri ve gelir düşüşleri, kredi taleplerinin keskin bir şekilde azalmasına neden oldu.
Bunun sonucunda problemli kredilerin artışı önümüzdeki dönemde katlanarak büyüyecek. Sıkı para politikaları, yatırımları yavaşlatarak, birçok işletmenin bütçesinin zarar görmesine yol açtı.
Yüksek faiz oranlarının arz üzerinde olumsuz etkileriyle enflasyonu daha da artırma ihtimali belirdi. İç veya dış kaynaklı risklerin güçlenmesi halinde, ülkenin sermaye çıkışlarına karşı kırılganlığı artacak.
2025 yılında stagflasyon, yani enflasyon ile durgunluğun bir arada yaşanma olasılığı yükselebilir. Durgunluğun sürmesi, işsizlik oranlarını da ciddi bir şekilde artırabilir. Kısacası, yüksek faiz oranlarının, 2024 yılı itibarıyla başlayıp 2025’te de etkilerini sürdüreceği öngörülüyor.
‘Suriye’nin yeniden inşası sadece ekonomik kazanç sağlamakla sınırlı değil’
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Departmanı’ndan Doç. Dr. Özge Öner, 2024’ün savaş ekonomisi etrafında şekillendiğini belirtmektedir:
HTŞ liderliğindeki grupların Suriye’de kontrolü ele geçirmesi, yıl sonuna yaklaşırken kayda değer gelişmelerden biri oldu.
Türkiye’de yaşayan birçok Suriyeli sığınmacının durumu, bu gelişmelerin yanı sıra Türkiye ekonomisini de doğrudan etkileyebilir. Ancak bu süreçte geri dönüş beklentilerini gerçekçi bir şekilde ele almak önemlidir.
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin çoğu, yıllar içinde ülkeye entegre olmuş durumdadır.
Üstelik, bu nüfusun yarısından fazlasını 18 yaş altındaki bireyler oluşturmaktadır. Eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerden yarar gören bu kişilerin gönüllü bir şekilde geri dönüşleri, yalnızca Suriye’deki çatışmaların sonlanmasıyla mümkün olmayacaktır.
Suriye’nin savaş sonrası yeniden yapılandırılması, Türkiye için karmaşık ve uzun vadeli bir etki yaratacaktır. Coğrafi yakınlığı ve bölgedeki nüfuzu sayesinde Türkiye, Suriye’nin yeniden inşasında önemli bir konumda olabilir.
Ancak bu süreç yalnızca ekonomik fırsatları içermemektedir.
Geri dönüş oranlarının beklentilerin altında kalması, Türkiye’nin göç politikalarında kalıcı bir çözüm modeline ihtiyaç duyulmasına zemin hazırlamaktadır. Suriyeli nüfusun iş gücü pazarına daha etkili entegrasyonu, düşük vasıflı iş gücünün bulunduğu sektörlerde rekabeti artırabilir.
Aynı zamanda, eğitim çağındaki Suriyeli gençlerin, gelecekte Türkiye ekonomisine katkısı, onları kapsayan uyum politikalarının başarısına bağlı olacaktır.
‘Asgari ücret artışları gelir dengesini etkileyen en büyük faktör oldu’
Greenwich Üniversitesi’nde Ekonomi bölümünde görev yapan Doç. Dr. Cem Oyvat, bu yıl asgari ücrete sadece bir kez zam yapılmasını en önemli gelişmelerden biri olarak değerlendiriyor:
Asgari ücretin Ocak başında %49 artışı ve Temmuz ayındaki zammın yapılmaması, bu yıl halkı en çok etkileyen kararlar arasında yer alıyor. Bu iki karar birbiriyle bağlantılıdır.
Sendikaların zayıflaması ve asgari ücretin ortalama ücret seviyesine yaklaşması, son yıllarda asgari ücret artışlarını, hem çalışanların gelirlerini hem de gelir dağılımını en fazla etkileyen unsurlar haline getirdi.
Yerel seçimlerin etkisiyle iktidar, asgari ücreti Ocak 2024’te %49 oranında artırarak, 6 aylık TÜİK ve İTO tüketici enflasyonlarının üzerine çıktı. Bu durum, ücretlerin milli gelirden aldığı payı artırması açısından kritik bir etki yarattı.
Bununla birlikte, düşük gelir grubunun 2023 yılında karşılaştığı enflasyon, yüksek gıda fiyatları ve artan kira maliyetleri nedeniyle genel enflasyon oranının üzerinde gerçekleşti.
Dolayısıyla Ocak 2024’te düşük gelir gruplarına destek sağlamak adına bir iyileştirme yapmak kaçınılmaz hale geldi.
Ocak zamları ile birlikte Türk-İş’in açlık sınırını %13 oranında aşarak yükselen asgari ücret, Nisan ayı itibarıyla tekrar açlık sınırının altına düştü.
İktidarın yerel seçim baskısının sona ermesiyle ara zam yapılmaması, ücretlilerin mali durumunu daha da olumsuzlaştırarak, Ocak 2024’te sağlanan kazançların kaybedilmesine yol açtı.
‘İklim değişikliğiyle mücadeledeki başarısızlık, 2030’larda ciddi sonuçlar doğuracak’
Kanada’daki McMaster Üniversitesi’nde araştırmacı ve öğretim görevlisi Ali Rıza Güngen, yılın en kritik gelişmesini BM İklim Zirvesi COP29’da elde edilen başarısızlık olarak görüyor:
2024 yılı için en önemli ekonomik olay, BM Taraflar Konferansı olarak bilinen COP29’un başarısızlıkla sonuçlanmasıydı.
Karbon emisyonlarının azaltılması ve iklim uyumu için gereken acil yeşil yatırımlar yıllık trilyonlarca dolar gerektiriyor. Bu finansmana hızlı ve yaratıcı çözümlerle ulaşmalıyız.
Kasım ayında gerçekleşen COP29’da gelişmekte olan ülkeler, yılda 500 milyar ABD doları hibe ve ucuz kredi talep ettiklerini ifade etti.
Bu talep, onaylansa dahi, yetersiz kalacağını ortaya koyuyor. 2035 yılına kadar bu desteklerin 300 milyar ABD dolarına çıkarılması gerektiği vurgulandı.
Konferansın başarısı sınırlı kaldı ve küresel ölçekte iklim sömürgeciliğini yeniden canlandıracak olan karbon kredileri gibi uygulamalara güveniyor.
Bütün bunlar, Paris Anlaşması’nın hedeflerinin tutturulamayacağı anlamına geliyor. Küresel ortak bir yanıtın oluşturulması artık mümkün görünmüyor.
Uzmanlar, bu durumda, özellikle Trump ve onun politikalarına tepki veren dünya liderlerinin durumu daha da kötüleştireceğini öngörüyor.
İklim değişikliğiyle mücadelede başarılı olunamaması, Türkiye dahil birçok gelişmekte olan ülke için ciddi sonuçlar doğurabilir.
2030’lara geldiğimizde, su kıtlığı ve belirli gıda ürünlerinin erişilemez hale gelmesi bu durumun örneklerinden olabilir.
‘Küresel insan hareketliliği artarken, ülkelerin potansiyel büyümesi geriliyor’
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB) Başekonomisti Dr. Burcu Ünüvar, 2024 yılı için en kritik ekonomik konu olarak ‘her ülkenin potansiyel büyümesinin gerilemesini’ gösteriyor:
2024 yılı itibarıyla dikkat çeken ekonomik konu, neredeyse her ülkenin potansiyel büyümesinin geriliyor olması ve buna karşın küresel insan hareketliliğinin artış göstermesidir.
“İnsan hareketliliği”, düzensiz göçler ve buna bağlı geniş bir coğrafi etkiyle kendini göstermektedir.
BM verilerine göre, 2020-2022 döneminde göçmenlerin memleketlerine gönderdiği para, birçok gelişmekte olan ülkenin doğrudan yabancı sermaye çekiminden daha fazla olmuştur.
Artık dünya genelinde yaklaşık 67 kişiden biri zorunlu göçmen durumundadır. Bu zorunlu hareketlilik, eğitim ve sağlık hizmetlerinde aksamalara neden olarak sosyal sermayeyi zayıflatmaktadır.
Potansiyel büyümenin düştüğü ve yaşlanan bir nüfus karşısında, kaliteli eğitim ve sağlık hizmetine erişim ihtiyacının arttığı bir dünyada, rekabetin yeni dinamiği “insani sermaye” olacaktır.
“`